ÇAY TAŞI[1]


“seni yaratan Allah

beni yaratmadı mı”

 

Sevgili Korona,

Bu mektubumda sana özlemlerimden bahsetmek istiyorum. Özellikle bu süreçte anladım ki, gözden ırak olan gönülden de ırak olmuyormuş. Özlediğim bazı insanları düşününce öyle bir his doluyor ki içime, kalbim kalbime sığmıyor.

 

Dürüst Değilim

Seni yaratan Allah, beni yaratmadı mı? Yarattı. Hepimizi yarattı. Biz, O’nu örnek alıp yaratmaya çalışacağımıza, yıkmayı tercih ettik.

Bu yazı için yukarıda okuduğunuz girişi yazmıştım. Karantina ile kaygım tavan yaptı. Bunun üzerine konuşmak istiyordum. Ancak, bu süreçte daha iyi bir şekilde anladığımız gibi, hayat bizim planlarımıza göre akmıyor. Yazının gidişatını değiştirmem gerekti.

Ben dünyaya gözlerimi burada, yani Gaziantep’te açmadım. Yıllarca İstanbul’da yaşadı bedenim, ruhum eziyet çekti. Çünkü dünyaya değip gitmeden yaşamaya çalışan benliğim, Marmaris’teki korkularını da aldı geldi bu kayıp şehir İstanbul’a. Gözü açıkları bile diri diri yiyen bu metropol, eh, affınıza sığınarak söylüyorum ama, benim de ebemi belledi. Sonrasında, neoliberal benliğim korkularını da alıp Gaziantep’e geldi.

Edilgen, negatif bir dil kullanmamaya çalışırım. Yani, “Bunu bana sen yaptırdın, sen şöylesin böylesin” gibisinden. Çünkü biliyorum ki, her insan bir hayat mücadelesi veriyor bu dünyada. Öyle korkarım ki bir insanın benliğine negatif tohum ekmekten, onu yolundan çevirmekten. 

Anladım ki insan, eleştirdiğini yapar. Yapmadan da geçip gitmiyor bu dünyadan. Ben neyi eleştiriyorum, hemen söyleyeyim sevgili okuyucularım: Dürüst olmamayı. Böyle yaklaşınca sandım ki ben de gerçekleri saklayan, insanlara yalan söyleyen şerefsizin tekiyim. Ama nasıl söyleyeyim şimdi ben bunları?  Neleri, dediğinizi duyar gibiyim. İşte, söyleyemiyorum. Annem bana kızıyor gerçekleri eksik anlatıyorum diye. Ama insanların kötü hissetmesine neden olmak istemiyorum. Onların hayatla mücadelesini zorlaştırmak istemiyorum.

Gelecekte bir noktada, şu anki Berna’ya bakıp ne düşüneceğim acaba? Yukarıdaki cümlelerimi anlamsız mı bulacağım? Gençlik yıllarının başındaki Berna, anne olmak istiyordu. Şimdimde birlikte yaşadığım Berna, o yakıcı isteği hissetmiyor artık. Anne olmak istiyor da, bütün hayatını buna göre planlamıyor artık. Önce “Berna Projesi”. Lise yıllarındaki Berna sebze kızartması sevmezdi. Şimdikiyle geçenlerde kabak kızartması yaptık, yanına da süzme yoğurt, mis gibi oldu vallahi. İnsan değişiyor. Özünde bir şeyler aynı kalıyor, ama değişiyor. Çelişkileri de dönüşüyor. İnsan doğası bu. Dualite ile akan giden bir hayat mücadelesi söz konusu. İki yıl önce deli gibi korktuğum şeyleri, şimdi iplemiyorum bile. Üniversite zamanında çok istediğim birçok şey, şimdi umurumda bile değil. Bu demek değil ki, istemeyelim, düşünmeyelim, dümdüz yaşayıp gidelim. Hayır. Bu dünya bunun için var. Burası bir oyun sahası. Bakalım neler olacak, diye yaklaşmak gerekiyor hayata. Ha, bunu kalkıp pat diye yapamıyorsunuz. Düşüyorsunuz, tökezliyorsunuz, yara alıyorsunuz. Ama o hissettiğiniz acıya rağmen devam edince ne oluyor biliyor musunuz? Bedeninizde o acının sızısıyla birlikte, mücadele etmenin zevkini hissediyorsunuz.

Kendinizi suçlamayın. İnsanı içten içe yiyip bitiriyor bu. Nefsinin uğruna size acı çektirmeye çalışanlara izin vermeyin. Sizin de bir nefsiniz var. Onu Müslüman etme çabasına verin enerjinizi. Hayatınız öyle güzelleşecek ki. Biliyorum, çünkü benimki güzelleşti. Aylin, bizim toprağa basan ayaklarımız. O olmasa şu an kendi içimi çürütüyor olurdum. O, güzelliklere vesile oldu. Umuyorum ki, ben de güzelliklere vesile olacağım.

Başlığa link ekledim. Şarkıyı dinlemenizi isterim. Bir de, kaygı demişsin ama özlem var en başta, diyebilirsiniz. Başka bir gün detaylandırayım bunu ama, şunu söyleyeyim: Özlemek, kaybetme korkusu ile geliyor. Yarayı kaşımak gibi, zevkli bir kaygı bu.

Gecenin 4’ü. Mantıklandıramıyorum hipotezlerimi. Şarkıyı dinleyiniz.


Yorumlar

Popüler Yayınlar