ANLAR
“Hayat akan bir yol ve neyi neden yaptığı
belli olmayan hatta belki de kendisi bile bilmeyen, farkında olmayan kişiler
için akışı yavaşlatmaya gerek yok. Sen kendine bir sürü çalılardan,
yokuşlardan, dar geçitlerden, gül bahçelerinden, keçi patikalarında, lavanta
bahçelerinden geçerek bir yol çizdin ve ondan ilerliyorsun. Zamanla yolun nasıl
şekillenecek kim bilir! Belki yeniden dar geçitler çıkacak önüne belki de uçsuz
bucaksız sahiller ama sen Berna Akdeniz olarak emin adımlarla her iki yolda da
ilerleyen güçlü bir kadın olacaksın. Bunu unutma.”
Eküribalımın mektubundan yaptığım alıntıyı okudunuz.
Ah, nasıl unutayım canım ekürim? Unutur gibi olduğum zaman öyle güzel eller
tutuyor ki yüreğimden. Beklemediğim bir anda, bana uzatılan, benim için alınmış
kitabı elime alıyorum. Beklemediğim bir anda, ekürimden gelen mailin bildirimi
düşüyor telefon ekranına. Beklemediğim bir anda, Aylin’im kurcalanacak sandık
misali bir hediye gönderiyor, gecelerim Filiz Özdem ile hemhal olmakla geçiyor.
Beklemediğim bir anda, Vahşi Kadın’ımın sesi benimle saatlerini geçiriyor.
Beklemediğim bir anda, annemle derin bir sohbete düşüyoruz. Beklemediğim bir
anda, babam telefonu annemin elinden kapıp heyecanla sohbete başlıyor.
Hayatımın en güzel anları, beklemediğim anlar. Olacağını aklımın ucundan bile
geçirmediğim, ama olan anlar. Dikkat ettiniz mi, en kötü anlarımız da
beklemediğimiz, daha doğrusu beklemediğimizi sandığımız anlar değil mi? Yazar
ne mi demek istiyor? Aslında, kaza geliyorum der mantığı. Beklemediğimiz anlar,
aslında beklemediğimizi sandığımız anlar. Geldiğini göremediğimiz anlar. Görmek
istemediğimiz anlar. Popüler tabirle söyleyip anlamayı kolaylaştırmak
gerekirse, yüklenmeyecek anlamları yüklediğimiz insanlar. Bu, kötü bir şey mi?
Onların suçu mu? Değilse, bizim suçumuz mu? Bazı anlarda, cevap bunlardan
hiçbiri olmuyor ne yazık ki. Anlamamız zorlaşıyor. Sadece olanı olduğu gibi
görmek, yaşamak gerekiyor. Misal, siz birini sevip ona yakın olmak
istiyorsunuz, o size yakın olmak istemiyor. Normaldir, üzse de, gerçek budur ve
bu, kimsenin suçu değildir. Sorun, o kişi bunu saklı tutup, sizi kendi istediği
kadar kendi yakınında tuttuğunda ortaya çıkıyor. Bence bu, çıkar için yakın
tutmaktan bile kötü. O insanı umutlandırıyorsunuz. Korkaklık edip, gerçeği söyleyemiyorsunuz.
Kalp kırıyorsunuz. Böyle anlarda, yazının başında bahsettiğim beklenmedik anlar
var ya, işte o anlardaki insanlar kalbimin parçalarını tutup birleştiriyorlar.
Aylin’in dediği gibi, ‘iç kaynakları’ zenginleştiren insanlar bunlar,
varlıklarına ve bu devasa evrende karşılaşmamıza her gün şükrettiğim insanlar.
Ah, en bir sevdiklerim listesindeki Borges’in dediği
gibi:
“Farkında
mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar,
sadece anlar. Siz de anı yaşayın.”
Anlar, sadece anlar. Bir koku, sizi alıp sadece
yüzeyini gördüğünüz, suyun altındakini sezdiğiniz ama tam anlamıyla
bilemediğiniz, yaşayamadığınız dünyaların aslına götürüyor. Bu dünyayı, bu
dünyada anları yaşıyorsunuz. Akan kelimelere şahit oluyorsunuz, onları
okuyorsunuz. Kelimeleri, mektupları yaşıyorsunuz. Sandıkları karıştırıyorsunuz,
babaannesinin çeyiz sandığını karıştıran çocuk heyecanıyla. Ah, yazar demiş ya:
“Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım”. Ben de kendimleştiriyorum ve
diyorum ki: “Herkes bilsin, dans ettim!”
Yorumlar
Yorum Gönder