Rana
“ Açık
konuşamayan insanlar topluluğu. Sen ne dersin, karşındaki ne anlar? Einstein haklıymış,
önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zormuş. Adının anlamını biliyor musun
Rana? Güzellerin şahı demektir Rana. Doğudan esintiler taşır adın. Neden beni
anlamıyorsun Rana? Neden ikimizin konuşması, bizi birbirimize yaklaştırması
gerekirken uzaklaştırıyor? Neden bizim için inşa etmeye çalıştığım evreni
yıkıyorsun, o evrene başkalarını da dahil ediyorsun?”
Mektubu okumaya ara verdim. Artık yorulmuştum.
Saatlerce, günlerce konuşmaktan, yine de anlaşılamamaktan. Levent’in
karamsarlığından, olmayan bir yanıtı tekrar tekrar aramasından. İki iyinin, bir
doğru etmeyeceğini ona anlatamamıştım. Her Türk erkeğinde var olan ve en
sonunda onun karakterinde de gün yüzüne çıkan mantığı yıkamamıştım: Ben yoksam
başkası var. Ah, ne tehlikeliydi mantık yürütmenin böylesi. “ İkimize ait bir
dünya yok Levent” demiştim tekrar tekrar, ama duyuramamıştım sesimi. Nerede
hata yaptım ben? Ona yazdığım mektubu hatırladım. Dionne Brand’in cümlesini
yazmıştım sadece cevap olarak:
“Aidiyet
meselesi beni ilgilendirmiyor.”
Vazgeçmiştim. Kendim olma isteğim kaçıp fırlamıştı
içimden, ve böyle bir yanıt yazmıştım. Ne anlamasını beklediğimi de
bilmiyordum. Bir şey anlatmaktan ziyade kendi sesimi istediğim gibi
çıkarabilmek istemiştim sanırım. Bilmiyorum. Bir mesele üzerine saatlerce
konuşmak, benlik bir şey değildi. Aynı meseleye başka günlerde geri dönmek,
benlik değildi. Onun gönlü olsun diye uzun uzun konuşmuştum ve işe yaramamıştı.
Kendimi anlatamamıştım. İnsan anlaşılmak istiyor. Beni anlayamayan insanın
hayatında nasıl onun istediği şekilde var olabilirim ki? Karşılıklıydı bu
durum. Ben de onu anlamayı başaramamıştım.
“ Benim
gönlüm sende değil” diyememenin suçluluğu. Böyle hissetmenin suçluluğu. Üstüme
geldiğini hissettiğim ve gönlünü daha fazla incitmemek için sustuğum anlar. “
Bana hesap soramazsın” demek istediğim anlar. “ Sana haber vermek zorunda
değilim” demek istediğim anlar. Geçinilmesi kolay birisi olmak için
zorlandığımı hissettiğim anlar. Gönlümü en acıtan kısım: Bana inanmak yerine ona
inandığını gördüğüm ilk an. Ah, sevgilim. Sen sanıyorsun ki, söylediğin zaman
öğrendim. Hayır, gözlerinde görmüştüm
zaten gerçeği.
Yeni bir mektup yazmaya başladım:
“ Bir ömrü paylaşamazdık, tek tarafın sevgisi ile
yürümezdi. Ama anları paylaşabilirdik. Belki bu anlar birikerek bize bir hayat
verirdi, kim bilir?
Bir kez gittin. Seni hayatıma geri getirdim. Bunu
tekrar yapacak gücüm yok. Senin var olmamı isteme biçimim, benim hayatında var
olmayı istediğim biçimden farklı. Sonuç olarak, ikimiz de istediğimizi elde
edemedik. Bizi bağlayan ipi koparmak da bana düştü.”
***
Kızımız mektubu yazdı. Yazdı ama göndermedi.
-
SON-
Yorumlar
Yorum Gönder