Bir Sistem Eleştirisi Olarak Ankaralı Namık
Otobüs gecenin karanlığında yolda ilerlerken dinlediğim şarkı: “Ah babam
sağ olsaydı.” İstanbul
yolunda dinlenecek ideal bir şarkı denilince, akla ilk bu gelmez sanırım.
Ama son bir yıldır babamın yasını tutuyorum. Ayrıca malumunuz olduğu üzere bu
ülkede devlet “baba” ile eş tutulur. Vatan anamız, devlet babamız. Gözeten,
cezalandıran, bazen hiç konuşmadan bile yoran. Kavramsal bir babanın kaybının
da yasını tutmanın zamanı geldi diye düşünmeye başladım. Nefes almanın iyice
zorlaştığı bir politik atmosfer var.
Ankaralı Namık’ın sesi, bir dönemin kent alt kültürünü temsil etmekten ibaret değil, bir düzenin ritmini de taşıyor aslında. Kaşık sesleri… hani şu sosyal medyada, ağır ağır oynarken yüzünde hem keder hem kabullenişin zevki olan adamların ritmi. Ağır ağır yanan, yanarken de kaşık oynayan erkolar.
Bourdieu olsa “sembolik şiddet” derdi belki, ama bence bu başka bir dil. Bu, halkın şiddeti sese dönüştürme biçimi. Mizahın ve müziğin, tahakkümü görmezden gelmeden ama onunla da alay ederek taşımak gibi bir hali. Bir yandan baba figürüne duyulan özlem, bir yandan onun yokluğunda kalan boşluk. Tanpınar’ın sözünü anımsıyorum: Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor.
Otobüs camındaki silik yansımama bakıyorum: gecenin karanlığı, Ankaralı Namık, kuramlar kuramlar. Belki de o kaşıkları eline alıp senin de oynaman lazım, diyorum kendime. Düşün düşün delirirsin. Kendi içsel otoritenle meşgul ol, dıştaki otoriteyi kontrol edebilecek misin ki, diye soruyorum kendime. Kendi müziğine kulak ver biraz da.
Yorumlar
Yorum Gönder